Cenevre'deki ilk gecelerimde, sokaklarda, diskolarda, barlarda sevgilileriyle sarmaş dolaş yürüyen, dans eden, öpüşen, şen kahkahalar atan on üç-on dört yaşındaki kızları görünce içim cız ederdi. İlkgençlik yıllarımı benden çalmıştı Türkiye ve onları başka hiçbir ülke geri veremezdi. Zamanla, içimi acıtanın, bu kızların özgürlüklerinden de öte mutlulukları olduğunu anladım. Genç ve umut yüklü bakışlarla seyrediyorlardı dünyayı; yanlarındaki delikanlılar onları sevgiyle, hayranlıkla, tutkuyla kucaklıyordu; hiç tokat yememişler ve büyük olasılıkla bir ömür boyu yemeyeceklerdi; doğup büyüdükleri topraklar gelişip serpilmelerini, gerçek boylarına erişmelerini, mevsimi geldiğinde çiçek açmalarını sağlayacaktı. Daha şimdiden küçük birer tanrıçaydı hepsi. Ülkemdeki erkekler kadınlara böyle bakmıyor, böyle davranmıyordu. O yaşlardaki ilk ilişkilerimden aklımda kalan, "ne koparsan kârdır" türünden bir cinsellik, nedenini bir türlü çözemediğim aşağılanmalar, karşımda beliren zorbalar, timsahlar, cadı yakma törenleri, orospu yaftalarıydı.